28 Kasım 2017 Salı

GÖNÜLLÜLÜK Bir Elbise Değil ki?

GÖNÜLLÜLÜK! 04-03-2018'de gözden geçirildi ve eklendi.
İşin ucunda hiç bir şey olmasa da bunu yine yapar mıydınız? Veya, bunu yaparken öyle bir durumla karşı karşıya kalmış olun ki; karşınızdaki kişiye çok iyi gelecek, ama sizi belki de hedefinizden bi parça uzaklaştıracak; yine de karşınızdaki yardıma muhtaç kişiye el uzatabilir miydiniz?
Günümüzde, GÖNÜLLÜLÜK ismi her yerde geçiyor; sayılarca ve sayılarca gönüllü kuruluşlar var!
Peki, gerçek anlamda GÖNÜLLÜLER mi çoğaldı?
BİR ARKADAŞIMIZIN GÖZLEMİ: "Otobüste önümde iki genç konuşuyorlar. Tıp fakültesi öğrencileri olduğunu duyuyorum. ABD'ye gitmeyi planlıyorlar. Bunun kolaylaşması için bir gönüllü projede görev almayı düşünüyorlar. Şöyle ABD ile bağlantılı hasta ve yakınları ile ilgili hocalarının önerileri olmuş..."
Yaklaşık tablo şöyle: "Eğer X derneğinde, Y kuruluşunda vbg.. GÖNÜLLÜ olursam, çevrem genişler, daha çabuk, daha kaliteli ........... SAHİBİ olabilirim."
M.Demiralp: “Günümüz dünyasında iyilik yapan ya da daha doğrusu yapıyor görünen çoğu kişi maalesef bunu bir yatırım olarak yapıyor.
Gönüllülük, bir zamanlar hesapsız kitapsız gönülden gelen, sanki doğaçlama en güzel güdülerden değil miydi?
Yani, yolda yere düşen birisini gördüğümüzde, "ona yardım etmek bana nasıl çıkar sağlayabilir ?" demeden,
veya, "yardım edeceğim kişi benimle aynı X derneğinden mi, Y
kuruluşundan mı, vbg..?" diye hesap yapmadan, elinden tutmak, onu kaldırmak; "bak yanındayım devam et.." demek isteriz değil mi?
Evet, evet, sanki her birimizde doğal olarak varolan böyle(ydi) sanki?
Böyleyse, ne oluyor da sonradan başka tür Bİ ŞEYE :-( dönüşebiliyor?
Bir tıp öğrencisinin açıklaması: "ABD'de SAT isimli bir üniversitesi sınavı mevcut, hatta bazı fakülteler için bitirme sınavları da bulunuyor. Amerikan sisteminin bizdekinden farkı şudur: öğrencinin lisedeki notları, sıralaması ve giriş sınavında aldığı puan dışında yaptığı çalışmalar, ilgilendiği spor ve sanat dallarında edindiği başarılar da değerlendirilir. Öyle ki siz profesyonel olarak bir spor dalı ile uğraşmıyor veya mükemmel bir atılım gerçekleştirmediyseniz SAT'de tam puan alsanız dahi Ivy League içinde geçen Harvard gibi okullardaki çok rağbet gören bölümlere giremeyebilirsiniz."
Benim görebildiğim şu; artık elimizde DEĞERLİ ne varsa her şey herhangi bir başka projenin aracına dönüştürülüyor gibi!
SONUÇ: Hırs, ünvan, zevk odaklı bağlılık ve bağımlılıklar ve de dayatılan öğrenmeye kapalı yaşam koşulları; ÖZGÜRLÜKLERDEN, yani MERAK ETMEKTEN, irdelemekten VAZGEÇMEK = Sadece ve sadece günümüzdeki başarı (!) denen şeye İNDİRGENMİŞ BİR YAŞAM!
Hiç bir amaç kurnazca gönülleri sömürmeye DEĞMEZ.
KURNAZLIK, evrensel bir APTALLIKTIR. Çünkü, tüm EVRENSEL DEĞERLERİN İÇİNİ BOŞALTIR.
Sonra? ...
Sizce de öyle ise ÇÖZÜM için ne yapalım?
Bence, öncelikle, kurnazlığı zeka sanarak onurlandırmaktan vazgeçelim; çünkü gerçekten APTALLIK.  
A.Şükran Demiralp, 29/11/2017

Gönül kazanabilmek.




El ele vererek güçlenebilmek... Evet, o güçlenirse, ben de, sen de güçlenebiliriz.
Herhangi bir arka hesap olmadan elinden tutabilmek, el ele gönül gönüle olabilmek.

20 Kasım 2017 Pazartesi

ETİK DAVRANMAKTAN VAZGEÇMENİN BAHANESİ OLAMAZ!

ETİK DAVRANMAKTAN VAZGEÇMENİN BAHANESİ OLAMAZ!

Bilimin amacını asla unutmamak / gerçekten akıllı olabilmek: http://asukrandemiralp1.blogspot.com.tr/2017/06/bilim-ve-budalalk.html
Tanık olduğum bir konu: “Evet, bu bilimsel projeyi X ilaç firması destekliyor. Proje biraz şekil değiştirdi diye vazgeçemeyiz. İlk hali değiştiği için projeden ayrılan Y beyin tüm Avrupa’da gezmesini, araştırma yapmasını destekleyen kimlerdi acaba? O ilaç firması değil miydi?”
Not: Proje nasıl değiştirmişti? Belli demografik - Demografi, Diğer adıyla nüfus bilimidir. Dünya'da veya bir ülkede bulunan nüfusun yapısını, durumunu, dinamik özelliklerini inceleyen bilim dalıdır. - özellikleri olan bir topluluk üzerinde başlatılan bir tarama çalışması devam ederken topluluğa özelliklerini bozacak yeni üyeler eklenmişti.
Topluluğun seçiminde rol oynayan demografik kriterler için herhangi bir örnek olsun diye:

  • 50 – 70 yaş arası, kadın
  • Ekonomik durumu en az orta ve üzeri
  • En az lise mezunu ve üzeri…
Bu örnek üzerinden gidersek, bu topluluğa sonradan varoşlardaki, ekonomik ve eğitim durumu çok farklı kadınları da kattığınızda, konu bilimsel projeden çıkıyordu. O yaş civarı herhangi kadınlar üzerinde yapılan genel bir ankete dönüşüyordu ve artık bu projeye ne kadar bilimsel bir araştırma denebilirdi? Projeden ayrılan akademisyenin açıklamaları yaklaşık böyleydi.
Ve diğer durumlar…
Böyle konularda ihtiyaç duyulan kaynakların nerelerden bulunacağı sorusunun ötesinde acaba bireysel hırsların; şöhret, para gibi, etkisi ne kadar?
Örnekler yaşantılarımızda ve dünyada bolca var.
Ama umudumuz çok daha fazla. Akılcı ve modern insanlara; yani, önce kendimize güveniyoruz. Biz ne kadar etik davranmayı bir yaşam biçimine dönüştürürsek, dünya da o kadar çok etik davranışlar yayılabilir. Etik olmayanları da ortaya çıkardıkça aptal ve modern olmayanların sayısı azalabilir.   
Derleyen: A.Şükran Demiralp, 20-11-2017
Aşağıdaki değerli yazı için Sn. Mustafa çetiner'e teşekkür ederiz.
Dr. Mustafa Çetiner’in yazısından alıntı:

Konuyu ilk kez gündeme getirenlerden biri Antony Barnett idi. Barnett bir gazeteci ve insan hakları savunucusu. Onun Guardian’ın “Observer” ekinde 2003 yılında çıkan yazısı tam bir şok etkisi yaratmıştı.
Makalenin tam ismi How drug firms ‘hoodwink'?  idi: Türkçesi, “İlaç firmaları nasıl ‘aldatıyor’?”
Barnett’a göre bilimsel tıp dergilerinde yayımlanan makalelerin neredeyse yarısı “ghostwriters” yani “hayali yazarlar” tarafından yazılmaktaydı. Bu makalelere sonradan hekim isimleri eklenmekte ve sanki isimleri eklenen yazarların çalışmaları gibi sunulmaktaydı.
Üstelik çok güvendiğimiz bilimsel dergilerde bu genellemeye dâhildi.
Tıp dünyasındaki saygınlığı su götürmez olan The New England Journal of Medicine dergisi, bir kalp ilacının etkinliğinin rapor edildiği çalışmayı geri çekmek zorunda kalmıştı. Gerekçe makalenin yazarları arasında yer alan Alman kardiyolog Dr. Hubert Seggewiss’in çalışmadan haberi olmamasıydı.
İnanılır gibi değildi, ünlü bir dergide yayınlanan önemli bir bilimsel çalışmanın yazarları arasında adı geçen bir bilim insanı isminin çalışmaya eklendiğini bilmiyordu!
Anthony Barnett o eski ama unutulmaz yazısında, mide ilaçlarından birini konu alan bir yazıdan da söz ediyordu. Önemli tıp dergilerinden birinde yayımlanan söz konusu çalışmada katkılarından ötürü̈ teşekkür edilen hekimin aslında ilacı pazarlayan firmanın kadrolu bir yazarı olduğu anlaşılmıştı. Bu örnekleri çoğaltmak çok mümkün, ancak son yıllarda daha az yapıldığını – yapılabildiğini de eklemem gerekir.
Çünkü bilim dünyası elbette ki konuya duyarsız kalmadı. Birçok bilimsel dergi bir özeleştiri sürecine girdi. Artık makale yazarlarının tümünden ayrı ayrı onay alınarak makaleler basılıyor.
Peki, “hayalet yazarlar" sorunu çözüldü mü?
ABD senatörlerinden Senatör Charles E. Grassley, 24 Haziran 2010 tarihinde Senatoya bir rapor sundu.
Senatör raporunda ismini anmayacağım bir ilaç firmasının kendi hormon ilacı ile meme kanseri arasındaki ilişkiyi değerlendiren bir makale yazdırmak için bir tıp iletişim ve eğitim şirketi, DesignWrite Inc. (DesignWrite) ile anlaştığını ve makaleye daha sonra bazı “akademi” mensuplarının da ismini yazar olarak ekleyerek bilimsel bir dergide yayınlattığını belgeleri ile kanıtladı. "Grassley, Charles, ed. (June 24, 2010). "Ghostwriting in Medical Literature" (PDF). Minority Staff Report,111th Congress,United States Senate Committee on Finance. Washington, DC. Retrieved 2010-07-11.”
Yani sorun halen sürüyor.
Kesin olan “bilimin ilerleme sürecinde” bilimsel çalışmalardan, yapılan bu bilimsel çalışmaların yayımlanmasından vazgeçilemeyeceğidir.
Günümüzde tıbbın ve insan sağlığının alınıp satılabilir bir “meta” haline gelmeye başladığı doğrudur ancak bilimsel yöntemin doğruluğuna olan inancın yitirilmemesi önemlidir.”
Yazının tamamı: 





5 Kasım 2017 Pazar

Acı Çeken Bir Dost ve Hepimiz İçin

Gerçek bir yaşamdan


Yaşını bilemiyorum, belki 30 – 35 gibi. 4 yıl önce tesadüfen tanıdım. Olağanüstü yardımsever, dost canlısı, sevgi dolu ve çok duyarlı bir genç hanım. 4 yıl önce sık sık yere düşme, bayılma gibi tekrarlayan davranışları vardı. Bu nedenle psikiyatri de zaman zaman hatta sık sık yatılı tedavi görmek zorunda kalıyordu. TMS, EKT gibi yöntemler, onca ilaç, psikolojik terapiler; dön dolaş yine aynı çevrim. Şimdilerde belki yere düşmeleri yok. Ancak, tekrarlayan bir duyarlılık artışı, ilelebet ayrıldığı dostlarına, sevdiklerine duyduğu derin özlem, yaşamda olanlara derin sitem, yakınlarının onca mutlu etme çabaları ve yine hastaneye yatış; belki hemen her ay en az iki kez tekrarlayan tablo.

Tanısı: Borderline tipi kişilik, duygu durum bozukluğu ve anksiyete

Dr. Eylem Özten’den alıntı:
“Mükemmellikle değersizlik arasında ani geçişler
Borderline Kişilik Bozukluğu üç ana nokta üzerindeki sorunlara odaklanır: Kişiler arası ilişkilerde, benlik algısında ve duygulanımdaki değişkenlik ve belirgin dürtüsellik. Öncelikle kendisine ilişkin algıları değişkenlik gösterir. Kendisini güzel, başarılı biri gibi hissederken birden değişkenlik göstererek kendisini çok önemsiz biri olarak algılayabilir.
 Güven duyguları çok kırılgandır
Bu kişilerin kendilerine güven duyguları çok kırılgan olduğu için insanlar tarafından kabul edilmeye ya da reddedilmeye karşı aşırı derecede hassastırlar. Ayrılık ya da istenenin olmaması durumlarında yoğun öfke ve diğer belirtiler yaşanır. Bu kişilere karşı öfkelerini net bir şekilde sergiler, sonrasında bundan dolayı suçluluk, pişmanlık, utanç duyguları yaşar ve kendilerini değersiz, zayıf, kötü hissetmeleri pekişir. Borderline Kişilik Bozukluğu olanlar, aşırı terk edilme korkusu yaşarlar.
Depresyona meyillidirler
Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerde depresyon sıkça görülür. Duygulanımdaki iniş çıkışlar yani ruh halinde sürekli değişimlerin olması Borderline Kişilik Bozukluğu’nun bir duygudurum bozukluğu (Bipolar bozukluk yani manik depresif bozukluk) sınıfında mı değerlendirilmesi gerektiği sorusunu gündeme getirmiştir.
Hüzün var içimde!
Hüzün biraz oluversin
Olduğu ile kalıversin.
Şimdi, içimize yine dönelim
Başka türlü inceleyelim
Mutlaka başka şeyler de buluruz!
Hatta eminim ki buluruz
O başka şeyler ki,
Buluversek daha iyi hissedeceğiz,
Önlerinde var bi engel,
Ama sadece bir engel desek,
Deriz de demekle nereye dek?
Engeli görüp aşmak gerek
Aştım derken yine bi engel
Bi engel yine bir engel ama
Sadece giysi farkı
O bir engel aynı engel
Kendi kendini doğuran engel
Belki aşılmaya çalışılan yollar
Kullanılan araçlar
Hep aynı, aynı yapılanlar
Başka yapılmadık neler var?
Tüm insanlık veya bir insan
Bir canlının derdini
Derdin edinebildin mi?
Yani, akılla derdin edinebildin mi?
İşte aşılması gereken en büyük engel:
İnsanlık bilindik kalıplarda can çekişiyor
Hem de bilindik kalıplarda?
İyi mi?


 Hastalık, kimde? Hala belirsiz mi ki?

A.Şükran Demiralp, 05-11-2017

Fotoğraf: Mehmet Demiralp

22 Eylül 2017 Cuma

Sosyal Medya Nasıl Kullanılırsa Yaratıcı Sorun Çözme Aracına Dönüşebilir?

MANZARA'dan kesitler ve ARAYIŞLAR?

Of, hepimiz çok biliyoruz değil mi? 
Peki, bu dünyanın hali ne o zaman? 
İstek basitti, kuşku için bir "?"

Facebook "?" / "Acaba" seçeneğini eklemedi henüz (2012'den beri rica ediyorum!)

BİRLEŞİK ZEKA sorun çözer, BİRLEŞİK KURNAZLIK / aptallık ise sorunlarla beslenir / sorunları körükler.

Sorunlarımızın kökü için; bu link ve özellikle slayt 11 ve 15!  


Örneğin; NEDEN bu link fotoğrafındakigönül ve bilim insanını; TANIMIYORUZ da.. BEYNİMİZE hep aynı isimler KAZINIYOR?
Veya,

Ya GERÇEK doğru sandığımızdan FARKLI ise? 




Kaynak linkler:
https://www.facebook.com/pg/TSTikTakHip/videos/?ref=page_internal
http://www.beyaznokta.org.tr/oku.php?id=641
http://asukrandemiralp1.blogspot.com.tr/2017/06/bilim-ve-budalalk.html
https://www.youtube.com/watch?v=DrJmAw1Rsq4



12 Eylül 2017 Salı

Çözümler Genelde Birimiz ve Hepimize Göredir


AŞDemiralp: "Çözümler genelde birimiz ve hepimize göredir."

Kaynak: Behiç Ak


AŞDemiralp: "Doğayı duyumsamadan yaratıcılık var olabilir mi? Sokak; doğanın doğalın korunabildiği yer  olabilmeli aynı zamanda!"
Fotoğraflar: AŞDemiralp

Foto: Parkta rastlanan bir doğasever

Sanırım, her bakımdan; ruhsal vs,  doğal ve doğru beslenmek gerekiyor; aşırı tüketmeden, kararında ve diğerlerini de düşünerek.
Ve Doğa yok edilmesin ki yaratıcı sanat yapacak ruhumuz kalsın.

Derleyen: A.Şükran Demiralp, 12-09-2017

29 Temmuz 2017 Cumartesi

TOURETTE SENDROMU ve TİKLER


"Genellemeler, konu hakkında gerekli ve yeterli bilgilere sahip olmaksızın ortaya atılan düşüncelerdir ki eğer bilinmeden yapılıyorsabunlar 'düşünce hataları'TIK: https://asukrandemiralp2.blogspot.com/2017/03/yanlsamalar-asrlklar-genellemeler-vs.html'sınıfında" diyorum. 
Eğer bile bile yapılıyorsa da BİLMEYENLERİ KOŞULLAMAK için de diyorum. Böyle ise,
Neden KOŞULLAMAK İSTENİR? Bunu hep birlikte enine, boyuna düşünelim; İRDELEYELİM; çok boyutta başka türlü nasıl anlayabiliriz ki? 
21 Eylül 2018, A.Şükran Demiralp



GÜNÜMÜZDE en genel hali ile Tourette Sendromu Türleri:


Saf Tourette Sendromu tanısı için GEREK ve YETER KOŞULLAR aşağıda, solda belirtildi:


 Yukarıda tanı için GEREK ve YETER KOŞULLAR içinden MADDE 2'ye dikkat: 

"Tikler bir yıldan uzun süre GÖZLENİR." Bu ne anlama gelir? 
Demek ki HER TİK TOURETTE SENDROMU(TS) demek değildir.

Bakınız (DSM-5 Tanı Kriterleri); aşağıda 2,3,4 ve 5. maddelerde tikler, 1.madde TS. Her tik bozukluğu TS değil demiştik. 


DİKKAT: 
Tanı için TİKLER en az bir yıl gözlenmeli deniyorsa, herhangi bir deneysel yöntemin tiklere ne kadar iyi geldiğini hemen söylemek ne kadar gerçekçi olabilir???
A.Şükran Demiralp, 7 Nisan 2017


TS'yi öyle hemen anlayıvermek OLASI DEĞİL! Bu alanı da PAZAR OLARAK görenlerin VİCDANLARINA SESLENİYORUM!!!

https://asukrandemiralp2.blogspot.com/2017/04/tourette-sendromu-tik-ifadesi-ve.html

A.Şükran Demiralp, 21 Eylül 2018


3 Haziran 2017 Cumartesi

DSM; ZİHİNSEL BOZUKLUKLARDA TANI ÖLÇÜTLERİ ARKA PLAN?

Aşağıda bir psikiyatrın yazısını irdelemeden önce DSM nedir? sorusuna aşağıdaki gibi yanıtlar oluşmuştu bende:

The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (DSM) Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’dır. Günümüzde zihinsel bozuklukların tanısı DSM’de belirtilen TANI ÖLÇÜTLERİNE; bozukluğu belirleyen gerek ve yeter koşulları tanımlayan standart kurallara göre konmaya çalışılır.

Bazı belirtiler birçok bozuklukta ortak olabilir. Bu nedenle de birini diğerlerine göre ayırıcı kılan belirti hangisidir? Örneğin; sadece motor tik; sürekli göz kırpma, el kol sallamak zorunda hissetme gibi vbg hareket tikleri TİK BOZUKLUĞU sınıfındadır. Ama yine bir tik bozukluğu olan Tourette Sendromu(TS) tanısı için yeterli değildir. DSM - 5’de  motor / hareket tiki geçici motor tik bozukluğu / sadece motor tikle devam eden tik bozukluğu olabilir. DSM-5’e göre TS için motor tik gereklidir. Ancak yeterli değildir. Gerek ve yeter koşullar ise; en az bir vokal ve en az iki motor tikin aynı anda olamasa da bulunması, 18 yaşından önce tiklerin başlaması, tiklerin en az bir yıl sürmüş olması ve sara, uyuşturucu kullanımı gibi diğer hastalıklardan kaynaklanmamış olması vbg.


NOT: Siyah yazılar; yazarı psikiyatrın, kırmızı vd de benim  irdelemelerimdir:

PSİKİYATRİNİN KUTSAL KİTABI: DSM Aşağıdaki birinci paragraf zaten bu başlığı yanlışlıyor. Yazı, DSM’nin değişmezliğini değil, aksine İLAÇ FİRMALARI yararına hiçbir alanda görülmedik bir zihinsel hastalık sayısı artışına tanık bir şekilde DEĞİŞTİĞİNİ iddia ediyor!
Psikiyatrik hastalıkların sınıflandırılmasına ve istatistiksel verilerin toplanmasına olanak sağlamak ve psikiyatrlarla araştırmacılar arasında ortak bir dil oluşturabilmek amacıyla ‘Amerikan Psikiyatri Birliği’ (APA) ilk olarak 1952 yılında bir ‘tanı kriterleri kataloğu’ olan DSM’yi (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) oluşturdu ve o günden günümüze bu katalog üç kez yenilendi. En son 2013 yılında yapılan değişiklerden sonra adı DSM-5 oldu. 1952 yılında bu katalogda 106 olan hastalık sayısı, 18 Mayıs 2013’te yayınlanan DSM-5’te 300’ün üstüne çıkmıştı. Tıbbın hiçbir alanında hastalık sayısı bu kadar hızla ve bu kadar çok artmamıştı yıllar içinde.
Aşağıdaki iki paragrafta 1994 yılında DSM-4’ü yayınlayan komitenin başkanı Allen Francis 1994 yılında iyi niyetle yaptıkları değişiklerin nasıl suiistimal edildiğine, özellikle ilaç kartellerinin kazançlarını katbekat arttırdıklarına üzülerek tanık olmuş? Eğer tanığın kanıtları da varsa bu konunun EVRENSEL ETİK ve HUKUK AÇISINDAN anlamı neydi / nedir?
DSM-5 çevresinde ciddi tartışmalar koptu. Bu tartışmaların başını da, ilginçtir, 1994 yılında DSM-4’ü yayınlayan komitenin başkanı Allen Francis çekiyordu. Artık emekliye ayrılmış ve bir ara Amerika’nın en önemli psikiyatrı seçilmiş olan Francis’i ne bu kadar rahatsız etmiş olabilirdi? Sonuçta o da yıllar önce aynı şeyi yapmamış mıydı?
Francis’in yaptığı eleştirilerden kendi de muaf değildi aslında. 1994 yılında iyi niyetle yaptıkları değişiklerin nasıl suiistimal edildiğine, özellikle ilaç kartellerinin kazançlarını katbekat arttırdıklarına üzülerek tanık olmuştu. 2010 yılında APA’in web sayfasında tartışmaya açılan DSM-5’in normal ile hastalık arasındaki sınırı iyice muğlaklaştıracağını ve bir günde milyonlarca yeni hasta yaratacağını iddia ediyordu. Ve bu da ilaç firmalarının kârlılığını inanılmaz boyutlara çıkaracaktı. Çünkü psikiyatrik hastalıkların esas olarak biyolojik kökenli olduğu iddiası daha da güçleniyordu DSM-5’le ve bu da tedavinin ağırlıkla ilaçlarla yapılması anlamına geliyordu. İnsanların ruhsal sıkıntılarının psikolojik, toplumsal ve kültürel kaynakları tamamen göz ardı ediliyordu. Evet, bunlarla psikiyatri pek ilgilenmiyor, genelde varolan koşullara her ne durumda olursan ol, uyumlu musun, değil misin? diye sonuca bakıyor. At gözlükleri ile bilimsel hedeflerinin(!) vs peşinden gidegelmekte çoğu zaman. Halbuki en başta EKONOMİK sıkıntı (aşırı uç durumlar) bir çok bozukluğun temel taşıdır vd. 

Aşağı paragraflara göre 1500 uzmanın yüzde 70’inin ilaç firmalarıyla yakın bağları olduğu – DANIŞMANLIKTAN CİDDİ GELİR ELDE EDİLDİĞİ görülmüşse, NEDEN bu YAKIN BAĞLAR SONA ERDİLEMİYOR / YAKIN BAĞI OLMAYAN UZMANLAR KONUYA DAHİL EDİLEMİYORDU / Ve anladığım kadarıyla HALA DA dahil EDİLEMİYOR?  Ek olarak, bu konferanslar nerelerde gerçekleşmiş, bilimsel çalışmalar nasıl bütçelenmişti ve bütçeleniyor? Sponsorların yüzde kaçı ilaç şirketleriydi? Soru tekrar; EVRENSEL HUKUK? TARAFSIZ DENETİM? mümkün değil midir?
DSM-5’in yayınlanması için çalışacak komite ilk olarak 1999 yılında toplandı. 39 ülkeden 1500 uzman 14 yıl boyunca 13 büyük konferans yapmış, 200’den fazla bilimsel çalışma ve on kitap yayınlanmıştı bu konuda. Bunca insan nasıl ve neden bu kadar tek yanlı düşünüyordu acaba? Komiteye yakından bakınca 1500 uzmanın yüzde 70’inin ilaç firmalarıyla yakın bağları olduğu görülüyordu. Danışmanlık yapıyorlar ve bundan ciddi bir gelir elde ediyorlardı. Bu da psikiyatri dünyasında ve ilgili çevrelerde ciddi bir şüphe ve kaygı uyandırıyordu.
DSM tanı kriterlerine göre Avrupa ülkelerinde yaşayan insanların yüzde 38.2’si her yıl en az bir psikiyatrik hastalık yaşıyordu. ABD’de durum daha da kötüydü. Toplumun yüzde 46’sı psikiyatrik olarak hastaydı. Ruhsal olarak hasta diye tanılanan çocukların sayısı son 20 yılda 35 kat artmıştı. Psikiyatrik müdahale gerektiren yaşlılar yüzde 554 fazlalaşmıştı.
DSM-4’te yapılan iki basit değişiklik nedeniyle bir anda otizm tanısı 40, bipolar tanısı da iki kat artmış, bu da Francis’i dehşete düşürmüş ama bir şey de yapamamışlardı. DSM-5’le gelen tehlikenin çok daha büyük olduğunu biliyordu.
Artık işini kaybetme kaygısı yaşayan – günümüzde kim yaşamıyordu ki bunu – ve bu nedenle uykuları bozulan insanlar hastaydı. İş hayatında beklentilerin gittikçe artması nedeniyle yaşanan güven kaybı ve yetersizlik duygusu da bir hastalıktı örneğin. Ünlü ‘tükenmişlik sendromu’ndan (Burnout Sendromu) bahsediyorum, evet.
Aşağıdaki paragraflarda ise normalin sınırı ile ilgili. Günümüzde benim anlayabildiğim NORMAL o kişinin eyleminden duyduğu rahatsızlığın şiddeti ile ilgili görünüyor. Siz aşırı iştahımı frenleyemiyorum diye bir şikayetle uzmanına gitmediğiniz sürece sıradan bir kişi iseniz normalsiniz gibi algılanıyor. Ama psikiyatr iseniz ne olacak? Burada iş en çok da kişinin kendisi için daha da karışık olabilir.
Yazıda ilaç firmaları ile yakın ilişkilere girerek ÇIKAR ÇELİŞKİLERİ yaşayan uzmanlardan söz edildi. Onların %70’i PARAYA olan iştahlarına DUR DİYEMEMİŞLER gibi anlaşılabilir.
NORMALİN SINIRLARI…
Hoş bir partideyim, içki su gibi akıyor ve salonun köşelerine yerleştirilmiş masalardaki yiyecekler gerçekten iştah açıcı. Beni davet eden ev sahibi dışında hemen hemen hiç kimseyi tanımıyorum ve bu da biraz tedirgin ediyor beni – ‘sosyal anksiyete bozukluğum’ mu var acaba? Ben de elimde soğuk beyaz şarabım yemek masalarından birinin yanına yerleşiyorum. Her şey o kadar lezzetli ki, yavaş yavaş başladığım atıştırma, tıkınırcasına yemeğe dönüşüyor kısa sürede (Binge Eating Disorder’ım mı var acaba? – ‘tıkınırcasına yeme bozukluğu’) Ev sahibi yalnız kaldığımı fark edip sık sık birilerini tanıştırıyor bana. Nedense adlarını unutup duruyorum insanların. Hay Allah ‘light cognitive disorder’ – hafif bilişsel bozukluk, demans başlangıcı – olmasın sakın? Tanıdığım, tanımadığım insanlarla Türkiye’nin gidişatını konuşup duruyorum ve hepimiz takıntılı bir şekilde ülkeden gitmek gerektiğini düşünüyoruz. Konuyu değiştirsek de laf dönüp dolaşıyor, yine Türkiye’nin ahvaline geliyor. Hepimiz mutsuz ve kaygılıyız. (Alın size bir tanı daha; ‘adaptation disorder’ – ‘uyum bozukluğu, depresyon ve kaygı bir arada’) Sonunda beni tanıyan biri çıkıyor konukların arasında. Benim ne kadar tez canlı ve birçoğunu hayata geçirme şansı bulamadığım yeni projeler peşinde koşan biri olduğumu biliyor. Biraz da alayla maymun iştahlılığımın devam edip etmediğini soruyor; birkaç kadeh içmiş anlaşılan ve pasif agresif bir tavır sergiliyor. ‘Alkol kötüye kullanım bozukluğu’ mu var acaba? Peki ya benim durumum? Acaba bende de ‘dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu’ mu var?
Gördüğünüz gibi güzelim bir partide beş ayrı tanı aldım ve bir başkasını da hasta ilan ettim. Bunların hepsi de uygun ilaçlarla tedavi edilebilir ruhsal bozukluklar.
Burada şu soru geliyor akla: Normal nedir ve psikiyatrinin normalin tanımlanmasındaki rolü ne olmalıdır? Ben belki biraz içe dönük ve çekingenim yalnızca, sosyal anksiyetem filan yok. Ayrıca iştahım çok açık ve kendi sağlığıma da çok fazla özen gösteren biri değilim, tıkınırcasına yeme bozukluğum yok. 50 yaşında çok meşgul bir adamım, bu nedenle de unutkanım, hafif bilişsel bozukluğum yok. Ayrıca işimi o kadar çok seviyorum ki, hep bir şeyler üretebilmek istiyorum tutkuyla; dikkat eksikliğim filan yok. Türkiye’nin durumuyla ilgili endişelenmemden normal ne olabilir ki, sonuçta gidişattan hiç de memnun değilim ve ülkesiyle ilgili sorumluluk sahibi bir vatandaş olarak endişe ediyorum ve çocuklarımın özgürlüklerin rafa kaldırıldığı bir ülkede büyüyor olmalarından dolayı da mutsuzum; uyum bozukluğum yok yani.

Psikiyatri VE DİĞER HER ŞEY kendi sınırlarını bilmeli ve büyüklenmeci bir tavırla normal insan davranış, yaşantı ve düşüncelerine müdahale etme hakkı olmadığını görmeli. TEŞEKKÜRLER. Gündelik kaygıların, can sıkıntısının, unutkanlığın, kötü yeme alışkanlıklarının ruhsal hastalık olmadığını, kendimizi rahat hissetmediğimiz, kültürel ya da sosyal nedenlerle aidiyet duygumuzu yitirdiğimiz bir toplumda uyum sıkıntısı çekmemizin hastalık olmadığını fark etmeli. Çünkü bu nedenle gerçekten hasta olup psikiyatrik desteğe ihtiyacı olan hastalar ihmal ediliyor. İsviçre’de yapılan bir araştırmaya göre gerçekten depresyonda olan hastaların yüzde 80’i uygun ilaç tedavisi görmezken, antidepresanların büyük çoğunluğunu aslında hasta olmayanlar kullanıyor.
İnsanlık hallerinin biyolojik işaretlerini arayan ve bütün yaşayıp ettiklerimizin beyindeki nörotransmitterlerin bir oyunu olduğunu düşünen psikiyatri hastalıkların biyolojik ve genetik nedenlerinin peşinden koşarken insanın kendisini unuttu ve kaybetti günümüzde. DSM - 5’de NÖROGELİŞİMSEL BOZUKLUKLAR başlığı var; belki de o başlık altındakilerden daha fazlası o başlık altına uygundur. 
Herşeyden önce MASLOW PİRAMİDİ evrensel gerçek olduğu halde; TEMEL İHTİYAÇLARIN ne kadarının  ne kadar kişide karşılandığını umursamayan bir insanlık, DSM'ye göre belki tanılanmamış bir çoğunluk olarak ESAS ZİHİNSEL HASTA değil midir? oysa insan biyolojisi ve genetiğiyle birlikte psikolojik ve toplumsal bir yanı da olan, içinde doğup büyüdüğü kültür ve ‘Zeitgeist’ tarafından da şekillendirilen ve bu nedenle de özgün ve biricik olan bir canlıdır. ACABA?.

 

Temel sorun, önce TEMEL İHTİYAÇLAR  olmak üzere,  DSM tanı Ölçütleri’nde mi, yoksa o ölçütlerin, mesleğin vd etik kullanımlarında mı?

·        Psikiyatrların ve hepimizin sorumlulukları nelerdir? Aşırı tanı konularak başta ABD ve AVRUPA olmak üzere dünyanın pek çok yerinde fazladan ilaç kullanımı söz konusu ise burada doktor ve ilaç şirketleri arasında bir çıkar çelişkisi konusu gündeme gelir: EVERENSEL ETİK ve HUKUK; nerededir? Az sayıda insanın vicdanlarında mı sadece?


·        Hem parasal hem de diğer konularda önce kendilerine muhtaç olan insanlara karşı sorumlu olan kişiler kendi iç denetimlerine ne derece hakimler? Bunu kendi dışında bir denetim mekanizmasını güçlendirerek dengelemeleri etik ve genel açıdan en doğrusu değil midir? ABD’li bazı pskiyatrlar belli düzgün aralıklarla her bakımdan birbirlerini muayene ederek denetlerler diye okudum (Bknz Irwin Yalom). Kural olarak, ne kadar kışkırtılsalar ve zorlansalar da hastaları ile asla cinsellik yaşamamak için kendilerini bağlayıcı ne varsa yaşamlarına geçirirdiklerini de okumuştum. Sorumlu kişilerin davranışları, yazdıkları, konuşmaları nelere yol açabilir? konusunu enine boyuna düşünmek zorundalar. Peki, bir erkek psikiyatr, bir gazetedeki yazısında bir hastalık durumu için böyle ŞAKAlar (!) yaparsa, ne kadar etik ve ne kadar normal vs? ŞAKA (!) : .. Bu nedenle şakayla karışık şunu düşünürüm zaman zaman: Bir erkek BXQB tipi bir kadınla ilişki yaşamamışsa çok şey kaybetmiş demektir. Ama ikinci kez yaşamaya kalkarsa salaktır." Burada BXQB olarak yazıp, özellikle açık yazmak istemediğim şey, bir BOZUKLUĞUN ismidir!


Salaklıkla ilgili şaka(!) kendinize ait bir alanda irdelenmeliydi. Bence BXQB'li hanımlara ve diğer herkese koca bir özür borcunuz var.  Sizin hem bir erkek hem de bir uzman hem de bir yazar olarak rol-model sorumluluğunuz da var. Bir çok ÇAĞDAŞ olduğunu söyleyip de benzer kontrolsüzlükleri yapan hem cinslerinizin de ÇAĞDAŞ OLMA SORUMLULUKLARI OLDUĞU gibi! 

Evet, bu dünyada hiç bir konu SADECE belli bir kesimin eline bırakılmaMAlı, farklı disiplinler ve giderek bilinçlenen diğer insanlar tarafından ele alınabilmeli. Bu açıdan yazıya baktığımda, yararlı bir yazı olduğunu, hem psikiyatri yelpazesinde,  hem de meme kanseri nedeni ile yaşadığım farklı bir disipline ait bir alanda da benzerlikleri olduğunu anlıyorum; KÜRESEL İLAÇ ÜRETİCİLERİNİN = PARANIN GÜCÜ ve diğerlerinin BU GÜCE ÖYLE ya da BÖYLE BOYUN EĞMELERİ.. 

Herşeyi ama herşeyi enine boyuna düşünürken; irdelerken, akıllarımızı da koruyabileceğimiz bir dünya dilerim.  

A.Şükran Demiralp, 03-06-2017



Fotoğraflar: https://www.facebook.com/TSTikTakHip/


Bu yıl da Facebook'un bilgilerimizi sattığını öğrendik. 
Teşekkür edecek birileri kalamayacak mı ? :-( 
27 Mayıs 2018


Psikiyatr Cem Atbaşoğlu: "Üstelik, sağlık hizmetinin sunumu serbest piyasa koşullarına tabi olduğunda, hizmeti sunanlar arasındaki rekabetin ticari boyutu belirginleştiğinde, mesleğin popülerliği uzmanın kamuoyuna sunduğu bilginin güvenilirliğini sarsabilir: Basın yayında yer verilen başarı hikâyelerinin, yeni tedavi müjdesinin, buluş haberinin ne kadarı güvenilir bilgidir, ne kadarı satış-pazarlama hedefli tanıtımdır?"

"Bozukluk, Sendrom, Rahatsızlık

Etiyolojisi ve yapısal karşılığı tam bilinmeyen tanı sınıfları için “bozukluk”, “sendrom”,“rahatsızlık” gibi adlar da kullanılabilir.

Bozukluk (disorder), birden çok nedeni olan klinik tablolar ya da tek bir sistemin / organın çeşitli bozuklukları için kullanılan bir sözcüktür. Resmi sınıflandırma sistemlerinde çok kullanılır. Örnekler: Pıhtılaşma bozuklukları, amino asit metabolizması bozuklukları, psikotik bozukluklar, tiroid bozuklukları… Çoğu, birden çok nedene ya da risk etmenine bağlanan, tanımı özgül bir etiyolojik etmene ya da yapısal bozukluğa değil de klinik özelliklerin tanımına dayalıolan ve yeni araştırmalarla tekrar tekrar düzenlenen tanılardır. DSM’de bütün tanılardan “bozukluk” diye söz edilir. Örnekler: Şizofreni ve diğer psikotik bozukluklar, kişilik bozuklukları, yaygın anksiyete bozukluğu…

Rahatsızlık (illness,condition): Bu kavram, hasta olan kişinin yaşantısını vurgular. Rahatsızlığın şiddeti, öncelikle hastanın yakınmasına, ıstırabına bağlıdır.

Sendrom: Birbirleriyle ilgili oldukları ilk bakışta akla gelmeyebilecek birkaç belirti ve bulgunun hemen her zaman birlikte bulundukları gözlendiğinde, ortak bir etiyolojik etmenin sonucu oldukları ya da klinik gidişe ilişkin bir tahminde bulunma olanağı sağladıkları yargısına varılabilir. Bu tür klinik tablolara sendrom denir. Örnekler: Gözlerin küçük ve çekik olması, basık burun, parmak kısalığı, kalın ense ve başka bazı dismorfik özellikler, hipotoni ve zekâ geriliğinin birlikte bulunduğu vakaların Down sendromu olarak tanımlanması, sonradan bu klinik tablonun 21. kromozomun anomalilerine bağlıolduğunun anlaşılmasını sağlamıştır. Hipertansiyon, abdominal obezite, kanşekeri yüksekliği, trigliserit yüksekliği ve HDL kolesterol düşüklüğünün birlikte bulunma eğiliminin gözlenmesi, kan basıncı metabolizma ve damar hastalıkları arasındaki karşılıklı ilişkinin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmuş, ayrıca bu bulguların çeşitli kombinasyonlarının birlikte bulunmasıdurumunun (metabolik sendrom) kardiyovasküler hastalık, Tip 2 DM gibi hastalıkların riskini isabetle tahmin etme olanağı sağladığı görülmüştür."


"Psikiyatrinin ilgi alanındaki rahatsızlıklar, diğer tıp dallarında olduğu gibi, bedensel (genetik, biyolojik) ve çevresel etmenlerin etkileşimi sonucunda ortaya çıkar. Çevresel etmenler psikososyal (bir yakınının ölümü, azınlık konumunda yaşamak zorunda kalma, çocukluk dönemindeki travmalar gibi) ya da biyolojik (toksin maruziyeti gibi) olabilir. Psikososyal etmenlerin genel kurallara bağlanarak anlaşılmaları çoğu zaman daha güçtür.

Öznel yaşantıların ve zihinsel işlevlerin (düşünce, duygu, algılama gibi) bedensel karşılıklarının nesnel gözlem ve deneye tabi tutularak anlaşılması kolay değildir. Ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra teknolojik gelişmeler araştırma olanaklarını genişletmiş ve beyin işlevlerinin anlaşılmasında büyük bir atılım sağlanmıştır.

Bununla birlikte, psikiyatrik bozukluklara ilişkin bilgimiz etiyoloji ve patofizyolojiye dayalı tanımlar ve ayrımlar yapmaya yeterli olmadığından, bu bozuklukların tanımları, optimum geçerliği ve tanı güvenilirliğini sağlamak amacıyla oluşturulan ve üzerinde görüş birliğine varılmış klinik özellik kombinasyonlarından ibarettir ve tanı kategorileri hastalık modeli içinde ele alınabilecek doğal antiteler  değil, hekimlik uygulamasında ve araştırmada yol gösterici olma amacıyla, sistematik gözlem ile oluşturulmuş kavramlardır."

"Güvenilirlik, Geçerlik

Bir tanının güvenilirliği, (1) tanı koyan kişilerin o tanıda uyuşma, görüşbirliğine varma, (2) farklı zamanlardaki değerlendirmelerde değişmeme olasılığıdır. Tanı kategorisinin tanımındaki özelliklerin (ölçütlerin) bir arada mevcut olma olasılığı (iç tutarlılık) da bir güvenilirlik ölçütüdür.

Birbirine benzeyen, bazı ölçütleri örtüşen ya da ayrımı güç olan tanıların güvenilirliğinde ölçütlerin iyi tarif edilmesi kadar tanı koyacak kişilerin eğitimi de önemlidir; dolayısıyla, güvenilirlik, her tanı için sabit sayılarla kanıtlanabilecek bir özellik olmayabilir. Tanıların ya da klinik (öz bildirime dayalı olmayan) ölçüm yöntemlerinin güvenilir olduğunu bildiren çalışmaların hepsinde, tanı koyacak kişilerin bilgi beceri ve deneyim düzeyinin standart olduğu kabulü vardır. Böylece, bir tanının ya da ölçüm yönteminin güvenilir olduğu bir kere gösterildikten sonra, değerlendirmeyi kim yaparsa yapsın güvenilirlik sorunu olmayacağı farz edilir. Oysa klinik psikiyatri eğitiminde, psikiyatrik araştırmacı eğitiminde, anamnez alma ve muayenenin gerektirdiği becerilere yeterince vakit ayrıldığından emin olamayız."

"Günümüzün psikiyatri uygulamasında en sık düşülen hatalar, DSM’nin psikiyatrinin omurgasına dönüşmesinden kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle, psikiyatrinin gündelik uygulamasında da bilimsel yöntemle yürütülen araştırmasında da, bu dalın ilgi alanında bulunan bütün rahatsızlıkların aslında kuramdan, oluş nedenlerinden bağımsız kavramlar (bozukluklar) olarak tanımlandıkları göz ardıedilmekte ve hepsine birden hastalık muamelesi yapılmakta, başka bir deyişle, geçerliği tam olmayan birçok kavram nicel araştırmaya uygun, geçerli (doğal) antiteler olarak kabul edilmektedir."

"Tanı değerlendirmesinde öznelliğin kaçınılmaz olması ve birçok ölçütü sosyal normlarla tanımlanmış olduğundan bu tanıların ahlâki izdüşümünün büyük olması nedeniyle, bu tür tartışmaların çoğu, iddia edildiği gibi bilim verisine ya da salim uslamlamalara dayalı değildir. Öyle olsaydı, tanı geçerliği sorununun varlığıda psikiyatriye özgü olmadığı da baştan kabul edilirdi.

Psikiyatrinin geçerlik sorunu büyüktür.

Psikiyatriyi savunmayı görev edinince gözden kaçan ise şu: Psikiyatride standart değerlendirmeler klinik sezginin her zaman öznellikle malul olduğu kabulünden köken almıştır ama nesnelliğin sağlanması için gösterilen çaba, psikopatoloji değerlendirmesinin öneminin azalmasıyla sonuçlanmıştır. Bu standart ve hasta beyanına dayalı tanı süreci, psikiyatrik tanının güvenilirliğini yükseltmediği gibi uyumu düşürmekte, fazladan tanıları ve gereksiz ilaç tedavilerini artırmakta, psikiyatrik olmadığı halde davranışsal belirtilerle seyreden nörolojik ya da başka dahili hastalıkların tanısına engel olabilmektedir.

Psikiyatri, kategorik tanılardan ve Kitap’ta mevcut olan “beyin hastalığı” vurgusunun sağladığı  kolaylıklardan vazgeçmediğinden, pozitif bilim yöntemleri ve yaşam bilimleri ile kısıtlandığından, 
(1) meşruiyetini kabul ettirme – koruma çabasıyla vakit kaybetmekte, 
(2) benimseyip sunduğu “homojen hastalık antitesi” yanılgısıyla sinir bilimlerine köstek olmakta, 
(3) öte yandan, kendisi de, muhtaç olduğu nitel çalışma verilerinden mahrum kalmaktadır."

Yazının tamamı: 
http://www.turkpsikiyatri.org/blog/2012/04/24/psikiyatriye-elestirel-bir-bakis/  ; bu linke yukarıda tıklamadıysanız, şimdi tıklayabilirsiniz.